Öğrenci
Deniz Kaan Yazıcı
Öğrenci, yani Budo kavramındaki deyişiyle deshi. Yani çocukluktan ideal kıvama gelinceye kadar eğitimine katkıda bulunulan kişi. Deshi kelimesi ise küçük kardeş, çocuk anlamına geliyor. Kültürün ilk ortaya çıktığı yerde sistem usta çırak ilişkisine dayanıyor aslında. Çırak burada tabii ki öğrenci. Ustasının yaptıklarını takip ediyor, bedeninde aynılarını taklit ederek kendine işlemeye çalışıyor. Usta çırak ilişkisinde çırağın ustasına bir bağlılığı olması gerekli ama. Çünkü usta dediğimiz kişi, belli bir alanda bilgelik seviyesine gelmiş kişidir. Çırak öncelikle bu alanın çerçevesini çizecektir kafasında ustasından gördüğü kadar. Kabaca kendine göre tanımlayacaktır kendi iç dünyasında. Zaman geçtikçe, belli giriş kalıplarını yani temelleri oturttukça çerçevenin içini dolduracaktır. Ustasının on bin defa “Yap öyle gel.” dediği işleri de on bin defa yapıp geldikten sonra çerçevesine ekleyecektir o işi. Çırağın ustasının yolunda onu takip ederken yaşadığı bu öğreti öğrenme sürecine ise Shuhari deniyor. Bu bitmek tükenmek bilmeyen, neredeyse eziyete dönüşen uygulamalar aslında çırağın gelişimi için etkili olacaktır. Aikido öğrenciliği aslında bu zorlu dönemi içeren bir çıraklıktır. Aikido öğrencisi, eğitmenin küçük kardeşidir. Yalnızca teknik açısından değil de, karakteristik açıdan da örnek alır, almalıdır eğitmenini. Draeger, Classical Budo kitabında “Bujutsu’da teknikler, Budo’da ise usta çalışılır.” diyerek bunu dile getirir. Bu uzun ve meşakkatli yola çıkarken aslında bu açıdan bakılarak çıkılsa her Aikido öğrencisinin ilerleyişi de hızlanır bana göre.
“Bujutsu’da teknikler, Budo’da ise usta çalışılır.”
Donn F. Graeger, Classical Budo
Bu usta çırak ilişkisini temel alan eğitim oshieru olarak adlandırılıyor. Japoncada oshieru yani öğretmek, inanç, öğreti anlamlarına gelen kanji. Üç farklı parçanın1 birleşmesinden oluşuyor. Bunlardan birincisi çocuk, ikincisi ilintili ve üçüncüsü de vuruş anlamlarına gelen kanjiler. Parçaları birleştirdiğimizde ortaya öğretmek kelimesinin çıkması çok ilginç aslında. Çocuğa ilgi ile vurmak gibi direk ilk anlamı ile düşünmeyip biraz daha mecazi düşünebiliriz. Az evvel bahsettiğim abi-kardeş ya da usta-çırak ilişkisindeki küçük dokunuşlar kelimeyi daha iyi açıklıyor aslında.
Fakat günümüzde işler tam olarak da böyle yürümüyor. İnsanların bir kısmı bu işe sadece hobi olarak bakıyor. Boş zamanlarını değerlendirdikleri bir mecra olarak. Belki de onlar için Aikido yapmak, dojoya gitmek, dojoda vakit geçirmek, bir hafta sonu sahilde piknik yapıp ardından voleybol oynamak gibi. Bu insanları eleştirmem doğru olmaz çünkü onların seçtiği bir yol bu. Onların nasıl öğrenciler olacağını yorumlayacak kadar bilgi birikimim olduğunu da sanmıyorum ama benim kendi yaptığım öğrenci tanımında dojoyu gerçek anlamda bir hayat okulu gibi görmek de var.
Budoya başlayacak biri için durumu daha iyi açıklayan bir kavram daha var, Monjin. Monjin 門人 iki kanjiden oluşuyor ve kabaca kapıdaki kişi anlamına geliyor. Bu kapıdaki kişinin içeri girip girmeme kararı, motivasyonuna ise hosshin 発心 deniyor. Kişi daha fazla güçlenmek için, kendini Budo sanatları ile uğraşırsa daha mutlu hissedeceği için, sevdiği kadın ya da erkek Budo ile uğraştığı için, ya da bunların hepsinden bağımsız olarak sadece yoldan geçerken dojonun tabelasını gördüğü için o kapıdan girmek isteyebilir. Kapının eşiğine gelen insanların neden geldikleri kadar içeriden ne umdukları da önemli. Kimi insan dojoya birkaç ay geldikten sonra mükemmel bir dövüşçü olmayı bekleyebilir. Kimi insan hayatındaki olumsuzlukları dojoda unutmak da isteyebilir. Bu minvaldeki düşüncelerle gelen kişiler belki de dojoya yeni katılan en pozitif, en hırslı, ya da vücudu en hızlı ve en uyumlu hareket etmeye yatkın kişiler de olabilir. Fakat kim olduğundan ya da neden geldiğinden ziyade beklentisizliği koruyup kendini Aikido’ya bırakması gerekmektedir.
“Monjin iki kanjiden oluşuyor ve kabaca kapıdaki kişi anlamına geliyor. Bu kapıdaki kişinin içeri girip girmeme kararı, motivasyonuna ise hosshin deniyor.”
İlk kapıdan içeri girdikten sonra yol boyunca da kişinin kendi içinde birtakım kapıları aralaması, açması gerekiyor. Bu kapılara ulaşmak ve onları açmak için gerekli süre tabii ki kişiden kişiye çok büyük farklılıklar göstermekte. Bu kapıyı ya da açtıktan sonra kişide nasıl bir değişiklik olduğunu spesifik cümlelerle tanımlayamam fakat kendimden örnekler vererek size ilerleyen bölümlerde anlatmaya çalışacağım.
Bu yolculuk zaman alıyor ve modern dünyanın hız isteğini karşılamıyor. Modern dünya eğitimin 10 saat, 3 ay gibi belirli bir zamana sıkıştırılması gerektiğini düşünüyor. Günümüzde zaman çok hızlandığı için yıllarca sürebilecek bir eğitimi uygulamak oldukça zor. Tüketim toplumu her yerde olduğu gibi burada da ortaya çıkıyor bana kalırsa. Kim Shodan’a (Başlangıç seviyesi) gelmek için 3-4 sene beklemeyi göze alır ki? Koryu (eski-ekol) işin kolayına kaçıp birtakım değerlere direkt ulaşmaktansa biraz bedel ödemeyi savunuyor. Bahsettiğim bedeli ödemek günümüz insanı için ‘zamanını vermek’ gibi oldukça zor bir kavram olsa da ben denemeye değer olduğunu iddia ediyorum. Sensei Nebi Vural’ın da dediği gibi ‘’Şayet çıraklık devrini yaşamadan usta olmaya kalkarsan, bırakmazlar seni bu merdivenlerden hür ve onurlu inmeye.’’
‘’Şayet çıraklık devrini yaşamadan usta olmaya kalkarsan, bırakmazlar seni bu merdivenlerden hür ve onurlu inmeye.’’
Nebi Vural
İşte tam burada sorumluluk öğrencide oluyor. Ustaya ne kadar bağlı? Ona ne kadar güveniyor? Savaş sanatına ne kadar ilgili? Ne yaparsak yapalım mühim olan ona zaman ve emek vermektir. Öğrenci savaş sanatına ne kadar emek vermeyi göze alabiliyor? En önemli sorulardan biri de öğrenci dojodan ne bekliyor? Bu sorular cevaplanıp zihin pürüzlerden arındırıldıysa eğer öğrenci başlangıca hazır demektir. Bu soruları cevaplaması göründüğü kadar kolay olmayabilir. Ama kolay olsaydı çok da bir anlamı kalmamış olurdu diye düşünüyorum. Öğrenci ancak öğrenmek istediğinde karşı taraftan kendisine bir bilgi akışı sağlayabilir.
“Daha öncesinde farklı sporlar veya sanatlar ile ilgilenen biriyse eğer, başlangıçta etrafında gözlemlediği olayları hafife alabilir. Zen felsefesine göre yorumlayacak olursak bardağını boşaltmadan doldurmaya çalışıyor olabilir.”
Fakat öğrencinin de karşılaşılması muhtemel birtakım problemleri olabilir bu noktada. Daha öncesinde farklı sporlar veya sanatlar ile ilgilenen biriyse eğer, başlangıçta etrafında gözlemlediği olayları hafife alabilir. Zen felsefesine göre yorumlayacak olursak bardağını boşaltmadan doldurmaya çalışıyor olabilir. Öğrenci o an muhtemelen bunun farkında olmayacaktır. Aklındaki geçmişten kalan su damlalarından eğitmeninin gözetiminde yavaş yavaş arınıp berrak bir zihne, başlangıç zihnine sahip olması gerekebilir. Yılların biriktirdiği suyu boşaltıp yerine tazesini doldururken kafasında birçok soru olacaktır. Bu soruların yanıtını zaman içerisinde aldığı eğitim ile bulacaktır. Tabii ki bütün bu pürüzlerle karşılaşmış bir öğrenci olarak kendimden örnekler vermek istiyorum.
Aikido’ya ilk başladığım zamanlarda dojo kavramı benim için kabaca dövüş teknikleri kursuydu diyebilirim. Geçmişte de farklı farklı müsabaka sporları ile uğraşmış, bunların yanı sıra kısa bir süre de olsa Aikido da yapmış birisi olarak, kendimi yeni başlayanlara göre biraz daha üst seviyede görüyordum. Yeni teknikler öğrenmek için gidiyordum dojoya. Yeni teknikler öğrenip dışarıda arkadaşlarıma uygulamaya çalışmak benim için çok eğlenceliydi, özellikle de iki-üç aylık çalışma sonrası nikyo yapmak. Silah çalışmalarından hiç keyif almazdım çünkü el melekem yeterli değildi silah çalışmaya. Belki o zamanlar tanto (bıçak) çalışmalarını sevdiğimi söyleyebilirim çünkü “Sokakta Aikido ne işe yarar?” sorusunun en iyi cevaplarından birini tanto veriyordu bana. Eğitmenimi de pek fazla takip etmiyordum dojo içerisinde. Çok fazla diyalog kurup ondan bir şeyler öğrenme peşinde değildim. Almak istediğim teknikleri yani sokakta hangi teknik benim gözümde en efektiflerden biriyse onları danışıyordum eğitmenime. Antrenmanlarıma da çok fazla gitmiyordum çünkü zaten öğrenmem gerekenleri yeterince öğrendim yanılgısına kapılıyordum. Eğitmenim bize sürekli antrenman kaçırmamamızı tavsiye ederdi. Gelişimin ancak o şekilde hayatımıza etki edeceğini savunurdu. Fakat haftanın dört günü özellikle de pazar günü sabah saat 9’da dojoya gitmek bana çok zor geliyordu. Gidersem de belki ayda bir pazar sabahı şeklinde bir planla takip ediyordum. Kendimi oraya adapte etmeye yetecek sabrı bir türlü gösteremiyordum.
“Aikido’nun en büyük gereksinimlerinden birisinin sabır olduğunu da hiç kimse reddedemez sanırım.”
Aikido’nun en büyük gereksinimlerinden birisinin sabır olduğunu da hiç kimse reddedemez sanırım. Öğrenci en zorlu engelle sabır gösterme konusunda karşılaşacaktır diye düşünüyorum. En azından şu an bulunduğum öğrencilik ruh halinden yorum yaparak bu sonuca varıyorum. İnsanın kendini birtakım şeylere alışma seviyesine gelene kadar zorlaması, ya da kendi içindeki duyguları, düşünceleri törpülemesi gerçekten yorucu veya bıktırıcı eylemler diyebiliriz.
Kyu sınavları yaklaşmıştı fakat ben halen daha antrenmanlara düzenli gitmek için gereken sabrı gösteremiyordum. Birçok antrenmana gitmemiştim, ama teknikleri biliyordum. Sınavda ustamın soracağı soruların hepsini cevaplayabilirim diye düşünüyordum. Hemen hemen hepsini cevaplamıştım da. Ters giden şeyler tabii ki olmuştu ama ben geçerim diye düşünüyordum. Öyle olmadı. Eğitmenim sınavı geçemediğimi açıkladı. Daha benden ne bekliyor ki diye düşünmüştüm. Göstermem gereken tüm teknikleri göstermiştim sonuçta. 2 hafta sonra sınavın tekrar olacağı söylendi. Yeniden verilen şansı doğru değerlendirip yeni derecemi almak istiyordum. Sınav çok daha kısa süreli ve çok daha kolay tekniklerden oluşuyordu. Ama ben yine geçemedim. Anlam veremediğim bir şekilde yine sınavdan kalmıştım. O kyu sınavımın sonunda eğitmenim sınavda kalanlara onları kaybetmek istemediğini, bunun bir gelişme fırsatı olduğunu söylemişti. Ama beni kaybetmişti. O noktada Aikido’yu bırakmıştım. Ne sabretmek istiyordum ne de kendimi eğitmenime bırakmak.
Bahsi geçen öğrencinin ustasına göstermesi gereken bağlılık duygusundan yoksundum. Aikido öğrenci için bir yol sonuçta. Hata yapa yapa hata yapmamayı öğrenmesi gereken bir yol. Bu yolda takip edilen yolu gösteren kişi de yol kadar önemli. Bu noktada öğrenci kendini eğitmenine teslim etmeli, sabırlı bir şekilde eğitim almaya devam etmelidir. Ben o zamanlarda Aikido’ya geri dönmemek üzere veda ettiğimi düşünüyordum.
“Aikido’yu spordan ayırmamız gerekir.”
Aikido’yu spordan ayırmamız gerekir. Sporla uğraşıp, Aikido’ya başlayan birisi dojo kavramını, yol kavramını ya da usta çırak ilişkisini anlamsız bulabilir. Fakat Aikido ile uğraşıp diğer sporlara yönelen birisi, aradaki farkı bariz bir şekilde görecektir. Tabii ki spor da insanın bedensel gelişimine katkı sağlayacaktır. Fakat bedensel gelişimle beraber bana göre insanın zihinsel, ahlaki ve sosyolojik açılardan da disiplinli yaşamı öğrenerek gelişim sağlayabileceği bir yer dojo.
Aikido’yu bırakıp kendimi fitness sporuna vermiştim. Neden bilmiyorum fakat Aikido’ya göstermediğim devamlılığı ağırlık kaldırırken göstermeye başlamıştım. Kaldırdıkça aynadaki ben de gelişmeye başlamıştım. Haftada 6 günümü veriyordum fitness’a. Yaklaşık 6 ay kadar da bu şekilde devam ettim. Daha sonrasında tekrar ara sıra Aikido’ya gitmeye karar verdim. Bazen teknik yapamadığım anlarda daha güçlü olursam teknikleri daha rahat yapabileceğimi düşünürdüm. Fitness’ta geçirdiğim zamanla güçlendiğimi ve artık daha kolay teknik uygulayabileceğimi düşünmüştüm. Aikido’ya geri dönmüştüm. Hem ağırlık kaldırıp hem de Aikido’ya gidiyordum. Fakat bedenim haftada yedi günlük antrenmanı kaldıramamıştı. İkisinden birini seçip yoluma devam etmem gerekiyordu. Seçimimi tekrar Aikido’dan yana kullanmıştım. Aslında bu geri dönüş kararımda babamın da çok payı vardı. Çocukluğumda da üniversiteye başladığımda da hep Aikido yapmamı ve devam etmemi istedi.
Öğrencinin kendi içinde açması gereken kapıya geri dönmüştüm. Açıldıktan sonra tekrar kapatmayı bana göre kimsenin istemeyeceği bir kapı. Kişiden kişiye zaman dilimleri farklılık gösterebilir tabii ki. Fakat fiziksel aktiviteyi felsefi bir hayat görüşüne dönüştürüyor o kapı. Tam olarak şu günde şu saatte oldu denebilen bir olay da değil bu. Tıpkı üniversiteye başlayan bir öğrencinin ilk yıllarıyla son yıllarını kıyaslayıp “Fikirlerim, görüşlerim çok değişmiş.” demesi gibi bir şey. Bir nevi karaktere işleyen bir nakış.
Geri döndükten sonra antrenman kaçırmamaya karar vermiştim. Fitness’a gösterdiğim sadakati Aikido’ya göstermek istiyordum. Dojoda daha fazla vakit geçirdikçe daha fazla öğrendiğimi fark ettim. Fark ettikçe daha da fazla gitmek istedim. İçeride eğitmenimin yaptığı her hareketi gözlemlemeye başladım. Kapıdan girdikten sonra çıkana kadar elimden geldiğince takip etmeye başladım onu. Daha sonralarında fark ettim ki o da kendi ustasını aynı şekilde, aynı dikkatle takip ediyor. Nefes egzersizleri, ısınma hareketleri hatta eşleşirken verilen selam bile gözümde önemsenmesi gereken noktalar olmaya başlamıştı. Ben ortaya vaktimi, emeğimi koydukça, bunları fark eden ustamın da bana vaktini, emeğini verdiğini gördüm. Gördükçe daha da motive oldum. Motive oldukça dojomdaki diğer insanlarla da vakit geçirmeye başladım. Vakit geçirdikçe fark ettim ki artık ben de o dojonun bir parçasıydım ve oradaki yol arkadaşlarım benim için çok değerliydi. Antrenman gününde ve saatinde dojoda olmam gerektiğini söylüyordu bedenim bana. Kaçıracağım her ders gelişimimden gidecekmiş gibiydi benim için. Ben o zaman tam anlamıyla fark etmemiştim ama bahsi geçen kapıyı aralamaya başlamıştım.
“Antrenman gününde ve saatinde dojoda olmam gerektiğini söylüyordu bedenim bana. Kaçıracağım her ders gelişimimden gidecekmiş gibiydi benim için.”
Spor yapmayı hayatının bir parçası haline getirmiş ve aynı zamanda kişisel gelişime biraz da olsa önem veren herhangi bir bireyin en önemli yol ayrımlarından birisi bu bana göre. Kapının açıldığı yol bitmek bilmeyen bir yol çünkü. Artık gelişimin yalnızca fiziksel gelişim olmaktan çıktığı bir nokta. Aikido eğitiminin dojo içerisinde öğrenilenlerin tekniklerden ibaret olmadığı bir nokta. Öğrencinin eğitmenden Aikido’yu öğrenmeye başladığı nokta bana kalırsa. İnsanı Aikido’ya bağlayan kavram, en azından benim için öyle olan, enerjinin uyumlu kullanımının tüm hayatına entegre oluşu diyebilirim. Öğrenci bu uyumu keşfettikten sonra ardından karşılaştığı olaya uyum sağlayarak sabretmeyi de öğrenecek. Karşısındaki insana uyum sağlayarak, güç uygulamadan yalnızca ona uyum sağlayarak, rahatça teknik yapabildiğini keşfedecek. Aikido’yu sokakta da bu şekilde kullanıp içinde bulunduğu çıkmazlardan nasıl çıkacağını anlayacak. Aslında enerjinin uyumu ile ikili ilişkilerde de yönetimi eline almayı öğrenecek. Yani kapının ardına geçtikten sonra, öğretiler soyutlaşacak. Anlık fiziksel öğretiler yerini biraz daha zaman gerektiren daha farklı, daha yaşamda kullanılabilecek öğretilere bırakacaktır.
“Kapının açıldığı yol bitmek bilmeyen bir yol çünkü. Artık gelişimin yalnızca fiziksel gelişim olmaktan çıktığı bir nokta.”
Artık dojosuna düzenli giden bir öğrenciydim. Yazının başlarında tanımladığım öğrenciye yakın bir konumdaydım. Hakamamı aldıktan sonra eğitmenim sürekli benim üzerimde gösterirdi tekniği. Çırak için ustasının yanına, herkesin ortasına çıkmak çok gurur verici bir eylem bence. Fakat bir süre sonra eğitmenim beni ortaya uke olarak almayınca benimle ilgilenmediğini düşünüyordum. Hatta bazen ben yokmuşum gibi davrandığını hissediyordum. Antrenman esnasında sorular sormasam beni görmeyecekti bile. İlk anlarda moralimi çok bozmuştu bu olay fakat ilerleyen günlerde düşünmeye başladım. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir antrenman sonunda arkadaşlarım ve eğitmenim arasındaki sohbet beklenti konusuna gelmişti. Beklentilerimizin bu yolda bizi engelleyebileceğini söylüyordu eğitmenim. Sohbetin başlarını kaçırdığım için tam olarak bağdaştıramamıştım kafamda konunun nasıl buraya geldiğini. O günü takip eden antrenmanlarda sanki bir şeyler farklıydı benim için. Beklentiye girmemem gerektiğini fark ettim moralimi bozmamak için. Eğitmenimin de benden istediği buydu sanırım. Yalnızca dojoda değil dışarıdaki dünyada da. Yeri geldiğinde direk olarak karşımdaki insana uyum sağlayarak şekillenmeyi öğretti bana. Beklentiye girmeden, kendimi üzmeden.
Yazı boyunca örneklendirdiğim sorunların birçoğuyla karşılaşmış bir öğrenci olarak, halen Aikido çalışmalarıma devam ediyorum. Benim için Aikido artık her yerde. Erken kalktığım sabahta, üzerine çalıştığım projemde, ya da okuduğum romanda. Soyut öğreti çıkarabileceğim tüm mecralarda. Soyut öğretilerin yanı sıra fiziksel öğretiler de devam ediyor tabii ki. Vücudumun tüm noktalarına hükmedip, kontrolü ele alıncaya kadar da fiziksel öğrenimim devam edecek. Bunun yanı sıra fiziksel gelişimim de devam edecek. Antrenmanlar bedenimin ağırlığımı kullanarak çalışılabilecek sporlar arasında en iyilerinden biri çünkü benim için. Ben antrenmandan da keyif alıyorum, Aikido üzerine konuşurken de keyif alıyorum, Aikido’nun hayatımda yer aldığı alanları keşfettikçe de keyif alıyorum çünkü problemlerimi onu kullanarak çözmek bana artık daha kolay ve daha mantıklı geliyor.
Yazdıklarımda size Aikido’da kendimi en tecrübeli hissettiğim alanı yani öğrenciliği anlatmaya çalıştım. Tabii ki her öğrencinin farklı bir hikayesi vardır. Ama farklı hikayelere ve yollara sahip olsak da ulaşmaya çalıştığımız yer hepimiz için ortak. Bir nebze de olsa ortak bir paydada sizinle buluşabildiysem, ne mutlu bana.
Kaynakça
Draeger, D. F. (1973). Classical budo: The martial arts and ways of Japan. Boston: Weatherhill.
Wmuromoto. (2013, June 26). 93. Sempai: The Treasures of the Dojo. https://classicbudoka.wordpress.com/2013/06/26/93-sempai-the-treasures-of-the-dojo/ adresinden alınmıştır.
Lowry, D. (2006). In the dojo: The rituals and etiquette of the Japanese martial arts. Boston, MA: Weatherhill.
Wmuromoto. (2013, February 22). 69. Shugyo: The Neverending Road. https://classicbudoka.wordpress.com/2012/08/05/69-shugyo-the-neverending-road adresinden alınmıştır.
Kaynak: https://www.aikidodergisi.com/2020/12/27/ogrenci/
(Türk Aikido Dergisi’nin sitesinden alınmıştır)