O’Sensei Morihei Ueshiba
O’Sensei Morihei Ueshiba
Aikido’nun kurucusu olan Morihei Ueshiba, 14 Aralık 1883 tarihinde şimdi Tanabe olarak bilinen Wakayama bölgesinde bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Beş çocuk içindeki tek erkekti. Babası Yoroku’dan bir samurayın kararlılığını ve içişlerine olan ilgisini, annesinden ise sanat, din ve şiire olan ilgisini aldı. Küçüklüğünde Morihei hasta ve zayıf bir çocuktu. Bu yüzden dışarıda oynamak yerine evde kalmayı tercih etti. En no Gyoja ve Kobo Daishi adlı azizlerin göz kamaştırıcı efsanelerini dinlemeyi severdi. Budist inanışlarından etkilenirdi. Hatta bir zamanlar bir Budist rahip olmayı bile düşündü. Oğlunun bu tür hayallerinin önüne geçmek için babası ona Kichiemon adındaki ve zamanının en güçlü samuraylarından olan büyük-büyük babasının- hikayelerini anlatırdı. Onu Sumo güreşi yapması ve yüzmesi için cesaretlendirirdi.
12 yaşlarındayken babası, yerel konsey üyesi Yoroku, köylerinin en belirgin şahsiyetiydi. “Şehrin zorbaları” diye adlandırılan, babasının siyasi muhalifleri, sık sık tartışmak için evlerine gelir; bazen de bu tartışmalar oldukça kızışır çirkin hakaretlere, bağırışlara dönüşürdü. O günlerde küçük Morihei ruhunun bu tartışmalarla dağlandığını hissetmekte ve ne pahasına olursa olsun, kuvvetlenip bu saldırgan insanları evlerinden dışarı atacağına yemin etmektedir.
Büyüdükçe balıkçılık öğrendi ve köyünün yıllardır sürmekte olan sınır problemini halletti. Bu başarısı ile çevresinde tanınmaya başladı. Artık babası için baş ağrısına dönüşen işleri de, o çözmeye başlamıştı. Tam delikanlılığı yaşıyordu. Bükülmez bir ruhu, yorulmak bilmez bir çalışma gücü vardı eğer başkaları diğerlerinin iki misli çalışıyorsa, o dört mislini yapıyordu. Başkaları 40 kg taşıyorsa, o 80 kg taşıyordu. Onun tez canlı huyu kendisini yerel bir “pirinç pişirme” yarışmasında gösterdi. Bu yarışma esnasında kullanılan balyozun garip , uzatılmış şekli, ağırlığı ve karışımın soğumadan istenilen kıvama gelmesi için gerekli darbeyle dövülmesi gereği, ortaya zorlu bir yarışma çıkartıyordu. Yarışmada on tane güçlü rakibi olmasına rağmen hepsini yendi, hatta sonunda taş çanak kırıldı. Katıldığı diğer yarışmalarda da aynı sonuca ulaşınca, artık halk, yarışmaya katılıp da çanakları kırmasın diye ona şeref misafirlerine uygulanan biçimde çay, kurabiye ikram edip yarışma sahalarından uzak tutmaya çalışıyordu.
1901’de 18 yaşında, büyük bir tüccar olan amcasıyla Tokyo’ya gitti. Savaş sanatlarına karşı olan ilgisini keşfetti. Kito-ryu dojosundaki Ju Jutsu ve Shinkage Ryu’daki kılıç çalışmalarını çok sevdi. Ama maalesef, ciddi bir beriberi hastalığı onu evine geri dönmeye zorladı. Burada Itogawa Hatsu ile evlendi.
Rus-Japon savaşı sırasında sağlığını kazandıktan sonra orduya yazılmak istedi. Beş feet’in (yaklaşık 153 cm) hemen altında olan boyu nedeniyle gerekli minimum şartları sağlayamadı. O kadar üzüldü ki boyunu uzatmak için ormana gidip ağaçlara asıldı. Sınavı geçmek için ikinci denemesinde başarılı oldu ve 1903 yılında piyade olarak orduya katıldı. Görev esnasında komutanları tarafından beğenildi ve komutanı kendisini Ulusal Ordu Akademisine tavsiye etti. Ancak çeşitli nedenlerle o, bunu reddetti ve aktif görevden istifa etti.
Morihei evine çiftliğe döndü. Ordudaki çalışması sırasında güçlenmişti ve şimdi fiziksel eğitimini devam ettirmeye istekliydi. Babası ona çiftlikte bir dojo inşa etti ve onu eğitmesi için tanınmış Jujitsu ustası Takaki Kiyoichi’yi davet etti. Bu süre boyunca genç Morihei daha da güçlendi ve yeteneği olduğunu keşfetti. Aynı zamanda politik işlerle de daha çok ilgilenmeye başladı. 1912 baharında, 29 yaşındayken, o ve ailesi Hokkaido’ya taşındı. Birkaç yıllık mücadeleden sonra küçük köy refaha ermeye başladı. Ueshiba inanılmaz kaslı olmuştu, öyle ki kollarında sahip olduğu kuvvet efsanevi olmuştu.
Hokkaido’ daki bu zamanda Daito-Ryu Aiki Jutsu’nun büyük ustası Sokaku Takeda ile karşılaştı. Takeda ile karşılaştıktan ve kendisinin onunla boy ölçüşemeyeceğini anladıktan sonra Ueshiba herşeyi bıraktı ve kendini antrenmana verdi. Yaklaşık bir ay sonra Shirataki’ ye geri döndü, bir dojo inşa etti ve Takeda’yı daha sonra onun da kabul edeceği gibi orada yaşamaya davet etti.
Takeda, son derece sert mizaçlı bir adamdı ve öğrencilerinin en küçük hatasını bile affetmez, onlara olmadık eziyet ederdi, ancak Morihei buna aldırmaz yemeği, yorgunluğu unutur; tüm dikkatini derslere verirdi. Bu gerçeğin bugünkü Aikido ile yakın ilişkisi vardır. O zamanlarda Budo dersi gören öğrenciler öğrendikleri her teknik için öğretmenlerine üç yüz ile beş yüz yen (bir yen yaklaşık yarim dolar) civarında bir ücret öderdi. Buna ek olarak o hocasına, odun kesmekte, su taşımaktadır. Eğitimin sonunda ailesinden ona kalan tüm sermayeyi, bu eğitimde harcamış bitirmiştir.
1919’un baharı sonlarında babasının çok hasta olduğuna dair bir telgraf alır ve bunun üzerine her şeyini, hocası Takeda’ya hibe edip Hokkaido’dan ayrılır.
Tren evine ulaştığında ilk duyduğu şey Omotokyo adında yeni bir dinin lideri olduğunu söyleyen Onisaburo Deguchi’den bahsedildiğiydi. Morihei babası için yapılabilecek en iyi şeyin Omotokyo dininin merkezi olan Ayabe’ye gidip, babasının sağlığı için rahiplere başvurmak olduğunu düşündü. Küçüklüğünden beri ruhani olaylara, dinlere büyük ilgi duyar, ailesi de onu desteklerdi.
Rahip Deguchi’yi dinledikten sonra ruhunun derinliklerinde bir şeylerin sıkıştığını hisseder. Tekrar Tanabe’ye eve döndüğünde babası artık hayatta değildir. Ömründe en sevdiği insanın ölümünü karşılarken içinden de manevi kilitleri kırmaya, çalışmalarını ilerletip Budo’nun sırrına ulaşacağına yemin etti. Bu olaydan sonra yaşantısı tamamen değişti. Bazen beyaz bir giysiyle bir kayanın tepesinde oturuyor, bazen bir dağın tepesinde diz çöküp dua ediyor, sürekli Shinto dualarını okuyordu. Onu tanıyanlar son derece endişeliydi ve delirdiğini düşünüyorlardı.
1919 sonlarında Deguchi’yi hatırladı ve ailesini de toplayarak Ayabe’ye taşındı. Kalbini aydınlatan ışığı bulmuştu. Ayabe’de dağ eteğinde bir eve yerleşti ve 1926’ya kadar bir taraftan Ju Jutsu teorisi üzerine yoğunlaşırken bir taraftan Deguchi ile fiilen çalıştı.
Çalışmaları ilerledikçe hasmının niyetini önceden sezen bir tür altıncı duyu geliştirdi.
1925 baharında bir gün bir kendo (kılıç sanatı) hocası Morihei’yi ziyaret ederek öğrencisi olmak istediğini iletmişti. O gün bir konuda tartışırlarken tartışma büyüdü ve bir kendo karşılaşması yapmaya karar verdiler. Adamın yaptığı her hamle boşa gidiyor, kendisi büsbütün savunmasız kalıyordu. Saatler sonra yorgunluktan perişan olmuş durumda maçı bıraktı. Morihei’ye tek bir kılıç darbesi dahi değmemişti. Bütün hamleleri daha yapılmadan önce “görüyor”du. Morihei bu maçın yorgunluğu üzerindeyken yakındaki Japon hurması ağacı yetişen bir bahçeye gitti. Tam yüzündeki teri silerken daha önce hiç hissetmediği bir duyguyla karşı karşıya olduğunu fark etti. Ne yürüyebiliyor ne de oturabiliyordu. Büyük bir şaşkınlık içerisinde yere kök salmış gibiydi. Büyük usta o anı şöyle anlatır:
15 yaşımdan beri kendimi budo’ya vermiş, çeşitli eyaletlerde çeşitli hocalardan kendo ve jujutsu dersleri almış, eğitim gördüğüm tüm geleneksel budo sanatlarında birkaç ay içinde ustalaşmıştım ama hiç kimse bana budo’nun özünü öğretmemişti. Sonunda cevaplarımı bulmak için dinlerin kapısını çalmış ama oradan da beni tatmin edebilecek bir yanıt almak mümkün olmamıştı.
Sonunda o 1925 baharında, çok iyi hatırlıyorum, tam o bahçede yürümeye başlamıştım ki birden sanki evren çatırdamaya başladı ve altından yapılmış bir ruh yerden fışkırdı, gövdemi sardı ve beni de altına dönüştürdü. Aynı anda zihnim ve bedenim aydınlandı. Kuşların fısıltılarını anlayabiliyor, evrenin yaratıcısı olan tanrının düşüncelerini hissedebiliyordum.
İşte o anda tamamen aydınlığa kavuştum. Budo’nun kaynağı tanrının sevgisiydi ve sevginin ruhu tüm varlıkları korumaktı. Sonsuz sevinç gözyaşları yanaklarımdan süzülüyordu. O andan itibaren içimde tüm evrenin bana ait olduğu, dünyanın evim olduğu, ay güneş ve yıldızların bize ait şeyler olduğuna inancım doğdu ve gün geçtikçe bu inanç kuvvetlendi. Tüm istek ve ihtiraslarımdan kurtulmuştum, ün varlık ve pozisyon ve hatta güç… Budo düşmanımızı kuvvet uygulayarak düşürmek veya dünyayı silahlarla ele geçirmek yakıp yıkmak sanatı değildir. Gerçek budo evrenin ruhunu kabul etmek, barışı korumak, dikkatle üretmek, doğadaki tüm varlıkları korumak, kollamak ve yetiştirmekti. Budo eğitim almak, budo çalışmak “doğadaki her şeyi koruyan, kollayan ve dikkatle yetiştiren, onları bizim akıl ve ruhumuzun bir parçası haline getiren” ulu tanrının sevgisinden bir şeyler almaktır.
Bu çabucak geçen muhteşem an onun ömründe ilk kez karşılaştığı bir tecrübeydi. Bundan sonraki tüm yaşamını etkiledi, değiştirdi ve Aikido’nun doğuşunu sağladı.
O Sensei’nin Ayabe’de yaşadığı günlerde Deguchi her buluştuğu insana O Sensei’nin evini kastederek\”benim yanımda büyük bir savaşçının cehennemi var” derdi. Belki de bu yüzden evi değişik insanlarca ziyaret edilirdi. Amiral Seikyo bunlardan biriydi. İlerde donanma ile önemli irtibat sağlayacak, daha sonraları O Sensei’nin Tokyo’ya taşınmasına önayak olacaktır. Devrin önemli şahıslarından Hidetaro Kubota, Yukota Otsuki, Sogetsu Inagaki, Gınzo Oshikawa, Yoichiro Inoue onun öğrencileriydi. Kubota (şimdiki adı Nishimura, Judo 6.dan) o sıralar Waseda Üniversitesi’nde öğrenciydi. Judo’da çok önemli biriydi ve tanıdıklarını Aikido öğrenmeleri konusunda teşvik ediyordu. Kenji Tomiki ve Nobubumi Abe de bunlardandır.
O Sensei’nin çalışmaları artık iyice yaygınlaşmıştı. Tokyo’dan dönüşünde Osaka ve Kyushu’ya gitti. Sürekli bazı davetlere koşup duruyordu. Bununla beraber hala yerleşik bir çalışma yeri, bir dojo’su yoktu. Wasaburo Asano adında bir adam Deguchi’nin yanında etkileyici bir pozisyonda çalışıyordu ve Amiral Asano onun kardeşiydi. Asano, O Sensei ile tanıştı ve onun bu sanatı pek çok kişiye sunmaya davet etti. İlişki kurduğu insanlardan biri de sınıf arkadaşı olan, budo’ya gönül vermiş Amiral Isamu Takeshita idi. O Sensei’yi Tokyo’ya davet etti ve bir gün bir iş adamı olan Kiyoshi Omeda’nın villasında buluştular. O Sensei ile aynı huy ve duyguları paylaşıyordu ve onun ilk sponsoru oldu. Bundan sonra O Sensei’yi sık sık Tokyo’ya davet etti. Bir gün bu davetlerden birinde Kont Gonnohyoe Yamamoto da bulunmuş üstadın kargı kullanma üzerine gösterdiği hünerini hayretler içinde izlemişti. Bu olayı diğerleri izledi ve dönemin en seçkin şahsiyetleri bu kurslara katılmaya başladılar. Bu arada Aoyama sarayında hepsi Judo ve Kendo’da 5.Dan ya da üstü dereceye sahip olan İmparator muhafızlarına da 21 günlük özel bir kurs düzenlendi. Ichizaemon Morimura’nın villasında geçici dojo kuruldu. Değişik çevrelerden seçkin gruplar bu dojo’yu ziyarete gelmeye başladılar. 1927 başlarında O Sensei ailesiyle beraber Ayabe’den Tokyo’ya taşındı.
O Sensei, Deniz Akademisi’ne öğretmen olarak davet edildi; artık deniz kuvvetlerinin çoğu öğrenci ve öğretmeni ondan ders alıyordu. Ünlü Kikugoro dahil olmak üzere hemen tüm birinci sınıf aktör ve dansçılar, Aiki vücut hareketlerini öğrenmek için derslere katılıyordu. Yeni katılımlar gittikçe artmıştı. Bunların arasında üstadın çocukluğundan beri tanıdığı Yoichiro Inoue; Tokyo dojosunun ilk deshi’si 6.dan judocu Takeshi Nishimi, Hisao Kamata, Kikuo Kaneko ve diğerleri vardı. Artık yeni kayıt mümkün değildi. Tekrar Shiba Takanawa’ya taşındı ancak bu evde altı ay içinde tamamen dolmuştu. Sonunda tam bir dojo ve O Sensei için bir ev üzerinde karar verildi ve derhal bunu gerçekleştirmek üzere bir komite kuruldu. Mejiro tepesinde tutulan oldukça büyük bir ev inşaat bitene kadar geçici ev ve dojo olarak kullanılacaktı.
Judo’nun kurucusu Prof. Kano, asistanı Prof. Nagaoka ve diğer yardımcıları ile birlikte üstadın geçici evi ve dojosunu ziyareti unutulmayacak olaylar arasındadır. O güne kadar pek çok ünlü, üst düzey judocu şahsen ziyarete gelmiş, fakat bunların hiçbiri Kano’nun ekolü ve Judo hareketinin genel merkezi olan Kodokan dojosu kayıtlarına geçmemiş, bu konuda resmi bir yazışma olmamıştı. O Sensei’nin faaliyetini ve Aikido tekniklerini bizzat inceleyen Kano “İşte bu benim idealimdeki budo” demiş ve şunları eklemiştir:
“Gerçeği söylemek gerekirse Ueshiba ile Kodokan çatısı altında birleşmeyi arzu ederdim. Ancak o kendi ekolü üzerinde çalıştığından bu olanaksızdı ve bu duruma saygı duyuyordum. Bunun üzerine bizim sanatımızda yetenekli olanlardan birkaç kişi seçip Ueshiba’dan ders almaları için gönderdim.”
80 minderli yeni dojo Nisan 1931’de “Kobukan Dojo” adı altında Ushigome (şimdiki adı Shinjuku) Wakamatsucho’da açıldı. Bu açılışla beraber O Sensei Aikido’nun amaç dışı ve yanlış kullanılmasını engellemek amacıyla bir dizi kesin kural koydu. Müracaat eden yeni öğrencilerin karakterlerini inceliyor uygun görmediklerini kabul etmiyordu. Herhangi bir ilan vermedikleri halde dojo çok kısa bir sürede büyüdü. Bu sıralarda otuz-kırk civarında son derece canlı ve yürekten Aikido çalışan öğrenci, uchideshi, vardı. Hemen hepsi yüksek derece judo ve kendo’dan gelmekteydi ve 80 kg’ın üzerindeydiler. Bunlar öyle yoğun ve canla başla Aikido çalışıyorlardı ki kısa sürede Dojo’nun adı “Ushigome’nin cehennem dojosu” na çıktı. Öğrenciler dojo’nun kendi dünyasında, gerçek dünyada olup bitenlerden tamamen uzak bir ortamdaydı. Bu azimli, meraklı öğrenciler O Sensei’nin nezaretinde Aiki’nin sırlarını araştırıyor ve daha yüksek bir hayat görüşüne kavuşuyordu.
13 Ekim 1932’de “Budo Zenginleştirme Kurumu” (Budo Sen’yokai) kuruldu. O Sensei onun başkanıydı. O sıralarda enerjik genç öğrenciler edinmek için Tamba eyaleti, Takeda’da 150 minderli yeni bir dojo kurulmuştu. O Sensei o yakınlarda, Takeda’da eski bir ev alarak burayı kurumun merkezi haline getirdi.
O Sensei’nin son derece sıkı çalışmalara bizzat katıldığını bilenler sıklıkla dojo’yu ziyarete geliyordu. Şayet sponsorlarca desteklenmiyorsa gösteriye yönelik hiçbir harekete ve bunu izlemek için seyirci toplanmasına izin vermediği gibi sair zamanlarda da laubali, kötü kılıklı, ayakta yahut kollarını kavuşturmuş olarak izleyenleri derhal dojodan dışarı attırırdı. Büyüyen Aikido topluluğunun eşliğinde O Sensei tekniğin yanlış kullanılmasına karşı önlemler almaya başladı. Öğrenci seçimi için daima en az iki kaliteli kişiden tavsiye istiyordu. Bazı öğrenciler yaşlı, bazıları ülkenin en ileri gelenlerinden, bazıları budo üstatları ve bazıları da çok önemli şahısların çocukları olduğundan günlük ders saatleri dışında pek çok özel ders saati de ayrılmıştı. Deshi’ler hemen hemen hiç dinlenmeden çalışmak zorundaydı.
O Sensei çalışmalarda Aikido’yu tüm diğer budo’ların üzerinde tutuyordu. Nitekim kendilerine kısa bir kendo eğitimi verilen Aikido öğrencileri girdikleri bütün kendo müsabakalarını kazanmışlar, imparatorlukça verilen kupaları O Sensei’ye getirmişlerdi. Budo alanında çalışan herkes artık açıkça Aikido’yu tanıyor, kendo ve judocular çekinmeden dojo’yu ziyaret ediyordu. 1939’da “Kobukan Dojo” “Kobukai Vakfı”na dönüştü ve resmen 1940’da onaylanarak başına Isamu Takeshita getirildi.
Şehir içindeki merkez dojonun kuruluşundan sonra O Sensei daha rahat edebileceği bir yer aramaya başlar, budo ile birlikte bahçe işleri ile de uğraşabileceği, bugün “Ibaraki Aikido Dojosu” olarak bilinen Iwama şehrindeki Ibaraki banliyösüne yerleşir. O Sensei’nin ısrarla arzuladığı “Aiki Mabedi” böylece kurulmuş olur. Daha sonra 40 minderlik bir dojo 72500 m lik arazinin bir köşesine kurulacaktır. Tapınak kısa zamanda Aikido için kutsal bir yer haline gelir. Savaş sırasında üstat burada tarımla uğraşır, savaş sonrasında eski öğrenciler yine etrafına toplanmaya başlar ve Aikido tekniklerinin kusursuzlaştırılması çalışmaları yine sürer gider. Savaş sırasında tüm yetenekli Aikidocuların sağa sola dağılmasına rağmen Kobukai merkezinde Talimat Departmanı olan O Sensei’nin oğlu Kisshomaru Ueshiba başkanlığında ve Kisaburo Osawa tarafından yürütülüyordu. Değişik yerlerde kurslar da veriliyordu. Savaştan sonra çalışma seferberliği dönemi ve bununla birlikte tüm budo aktivitelerine yasaklama kararı geldi. Tüm budo faaliyeti artık kanun dışı sayılmaktaydı. Tekrar doğuş umudu ile yeniden organize olunacağı gün beklenilmeye başlandı. Hazırlık konseyi Tokyo Marunochi’de Tokiwa villasında resmen 22 Kasım 1945’te içlerinde Prens Konoe’nin de olduğu 53 kişi ile toplandı ve vakfın adı “Aikikai” olarak değiştirilerek seçim yapıldı. Yeni vakıf 2 Şubat 1948’de onaylandı ve Aikido hareketi sessiz ama dimdik yeniden doğdu.
2.Dünya Savaşı ardından değişen dünya ile Aikido yönetimi politikasında da esaslı değişiklikler ortaya çıkmıştır. Japon Eğitim Bakanlığı yeni budo’yu tanımış, Aikikai vakfını (Zaidan Hojin Aikikai) Aikido sanatının gelişmesine vakfedilmiş ulusal bir kurum olarak resmen tescil etmiştir. O Sensei Morihei Ueshiba organizasyonun yönetimi, sanatın yayılmasının kontrolü gibi hemen her şeyin sorumluluğunu oğlu Kisshomura’ya devretmiş kendisi de Aikido üzerinde düşünsel boyutta büyük adımlar atmak üzere Tokyo dışındaki Aiki Mabedi’ne çekilerek yalnız kalmayı tercih etmiş, Aikido’nun kendisi üzerine çalışmalara koyulmuştur. Ortaya çıkardığı bu hareketin ruhsal odak noktası kendi inşa ettiği bu mabetti. Mabedi “Aikidonun ebedi muhafızları” olarak gördüğü şinto tanrılarının ruhlarına adamıştı. İnanılır ki 1969’da ki ölümünden sonra onunda ruhu bu mabette, onların yanında yerini almıştır.
O’Sensei’den Özlü Sözler
- Gerçek savaş sanatı sevgi işidir, tüm varlıklara hayat verme işidir. Onları dövmek, öldürmek, yok etmek işi değildir. Her şeyin koruyucusu sevgidir. Hiçbir şey sevgisiz var olamaz, Aikido’da sevginin var edilmesidir.
- Aikido’yu takip edecek ve bu yolda yürüyecek insanlara sesleniyorum; Aikido başkalarını doğru yola getirmek değildir, o; kendimizi doğru yola getirmektir.
- Aikido ne bir savaşma metodu ne de bir kavga aracıdır. O, insan varlığını tek bir aileye dönüştürmek için vardır.